16 Kasım 2012 Cuma

The Settlers of Catan

2005 yılında satışa çıkan ve Almanya ve ABD de en çok satılan oyun ödülünü alan bu  masa oyunuyla tanışmamız ancak 2012 yılında mümkün oldu. Geç olsun güç olmasın diyoruz. Hiç yoktan iyidir:)


Oyunun pek çok eklentileri (expansion pack)  var. Ben burada eklentisiz en temel oyundan bahsedeceğim. 
Oyun 3 veya 4 kişi ile oynanabiliyor ve en önce 10 zafer puanı (victory point ) elde eden oyuncu oyunu kazanıyor. Yani oyunun amacı mümkün olduğunca çabuk victory pointler elde etmek. Peki nasıl?

Victory point elde etmenin 5 yolu var

Settlement (yerleşim yeri ) kurmak= her biri 1 puan  (tahıl+tuğla+yün+kereste)
City (şehir ) kurmak= her biri 2 puan (2 tahil +3 cevher)
Development kart çekmek= 1 puan (cevher+yün+tahıl)
En uzun yola sahip olmak= 2 puan  (tuğla+kereste)
En güçlü orduya sahip olmak= 2 puan (şövalyeler için development kart çekmek gerekiyor yani cevher+yün+tahıl)

Bunlara göre bir strateji belirleyip oyunun başlangıcında 2 yerleşim yeri ve 2 yolumuzu ona göre yerleştirmemiz gerekiyor.

Yerleşim yerlerimizi bütün malzemelerden elde edilebilecek şekilde kurmamız bizim için avantajlı olacaktır. Yerleşim yerleri altıgenlerin köşesine kuruluyor. Örneğin yerleşim yeriniz 3(kereste ), 8(tuğla), 5(tahıl) arasında kurulu olsun. Zar atıldığında 8 gelirse bir adet tuğla; 5 gelirse 1 adet tahıl ve 3 gelirse 1 adet  kereste alıyorsunuz.  Yerleşim yerinizi şehre yükselttiğiniz zaman 1 yerine 2 adet almaya başlıyorsunuz.

Bu arada 6 ve 8 in gelme olasılığı en yüksek rakamlar olduğunu da göz önünde bulundurmakta fayda var..

İhtiyacınız olan ürün elinizde olmadığında kendi oyun sıranızda diğer oyuncularla değiş tokuş yapmanız mümkün. En kötü ihtimalle aynı kaynağın 4 ürününü bankaya verip istediğiniz 1 ürünü alabilirsiniz. (Bu durumu da 3:1 yazan limanlara yerleşim yeri kurarak iyileştirmek mümkün)

Bir diğer önemli konu da hırsız. Oyunda hırsızı temsilen bir piyon bulunmakta. 7 atan oyuncu hırsızı istediği bir kaynağın üzerine yerleştirebiliyor. Böylelikle o sayı atıldığında hırsız orada durduğu sürece o kaynaktan ürün alınamıyor. Hırsızı yerleştiren kişinin aynı zamanda o kaynağın sahibinden bir kart çalma hakkı oluyor. Hırsızın yerini değiştirebilmenin yolu ise ya 7 atmak ya da development kart çekip şövalye kullanmak.

Oyun genel hatlarıyla böyle. Oldukça eğlenceli bir oyun. Expansion packleriyle beraber olunca 2 kişi veya 5-6 kişi oynamak da mümkün olabiliyor.

12 Kasım 2012 Pazartesi

pratik norveççe



Norveççe biraz Almancaya biraz İngilizceye benzeyen bir dil. Özellikle bu dillerden birini biliyorsanız öğrenmekte fazla zorlanmayacağınız bir dil; çünkü ne ingilizce kadar çok kelime haznesi var ne de Almanca kadar çok gramer kuralları.. Fakat en büyük problem ülkede 400 civarı farklı diyalektin konuşuluyor olması. Dolayısıyla dili öğrendiğinizi düşünüp insanlarla muhabbet etmeye kalktığınızda farklı bir diyalektle konuşan bir insanın karşısında dediklerinden hiç bir şey anlamadan boş boş bakmanız çok olası.


Norveçte 2 tane resmi dil var. Biri Bokmål (Kitap dili, İstanbul türkçesi gibi) diğeri ise Nynorsk ( halkın konuştuğu farklı diyalektlerin bir araya toplanmasıyla oluşturulan dil) Norveçliler okulda her iki dili de öğrenmekte ancak 2. dil olarak Norveççeyi öğrenenler Bokmål öğreniyorlar.

Eğer Norveçe turistik amaçlı gelmişseniz ve İngilizce biliyorsanız hiç sıkıntı çekmezsiniz çünkü norveç halkı (çok yaşlılar hariç) ingilizceyi çok iyi konuşuyorlar ve bunu da her fırsatta göstermekten memnuniyet duyuyorlar. O nedenle rahatlıkla herkesle ingilizce konuşabilirsiniz. Yine de bir kaç kelime öğrenmek isteyenler için:

Hei ------Merhaba

God morgen -------Günaydın


Hvordan har du det? / Hvordan går det? ------Nasilsin?


Det går bra -------İyiyim


Ikke verst   ------ Fena değil


Hvor kommer du fra? -------Nerelisin?


Jeg kommer fra ....? -------.....liyim


Hva heter du? -------Adın ne?


Jeg heter... ------Adım....


Jeg kan snakke litt norsk. -------Biraz Norveççe konuşabiliyorum


Jeg kan ikke snakke norsk. -------Norveççe konuşamıyorum

Jeg forstår ikke. -------- Anlamıyorum

Hvor er toalett? --------Tuvalet nerede?


Takk skal du ha. Tusen takk  ---------Teşekkür ederim


Vær så god -------Buyrun/Bir şey değil


Bare hyggelig --------Bir şey değil


Hyggelig å hilse på deg. ----------Seninle tanıştığıma memnun oldum


Ha det bra/ Ha det godt ----------Hoşçakal


Kan du gjenta? --------- Tekrar edebilir misin?


Jeg elsker deg./ Jeg er glad i deg.--------- Seni seviyorum


Student --------  öğrenci


Voksen --------  yetişkin


Barn --------çocuk


Jeg vil ha...( en kopp Kaffe)--------  (Bir fincan kahve) rica ediyorum


Mandag, Tirsdag, Onsdag, Torsdag, Lørdag, Søndag (Ptesi, salı, çarşamba, perşembe, cuma,cumartesi, pazar)


jeg (ben)
du (sen)
han/hun (o-erkek/kadın)
vi (biz)
dere (siz)
de (onlar)

1en,2to,3tre,4fire,5fem,6seks,7sju,8åtte,9ni,10ti

7 Kasım 2012 Çarşamba

okumaya değer

İnternette gezinirken karşılaştım bu yazıyla, hoşuma gitti.. Kim yazmış diye merak ettim; Umut Sarıkaya'nın "Benim de söyleyeceklerim var" adlı kitabından bir alıntıymış.

Okunacaklar listeme girdi bile:)




"Hepimiz ne kadar çok kendimizi önemsiyoruz.... genelde çok zengin olmak istiyoruz. sıradan olmayı hazmedemiyor yine bir çogumuz. özel olmalıyız, en azından bir kişi için. kafasında olmak istedigi kişiyi olamamış biri olarak, başka bir olamamış ile ilişkiye giriyoruz. iki sıradan insan birbirinin ne kadar özel biri oldugunu hatırlatıp duruyor. aralarından biri hatırlatmayınca da ilişkiyi kesip, başka bir sıradana hatırlatması için arayışa giriyor. uzun süre hatırlatanlar belli bir sure sonra sıkılıp evleniyor, baktılar ki ikisi de birbirine bunu hatırlatmaktan sıkılmış, çocuk yapıp onu dunyanın en özeli kılıyorlar. seçildiği için, annesinin babasının sıradanlığını aşmakla görevlendiriliyor. istediği gibi biri olmak yerine anne babanın kafasında olmak istedigi ama olamadıgı insanı olmak zorunda. hayır demesi neredeyse imkansız... bu hayır diyemeyenler de büyüyüp, çabalıyor, olmuyor, birini buluyor, sıkılıyor, çocuk yapıyor... bu kısır döngü böyle sürüp gidiyor, gittikçe artıyoruz...."
(Umut Sarıkaya- Benim de söyleyeceklerim var)

6 Kasım 2012 Salı

yeşil kıştan beyaz kışa geçiş

Bir kitapta okumuştum. Norveç'te sadece iki mevsim olduğundan bahsediyordu; beyaz kış ve yeşil kış. Başlarda kendimi "Burada mevsimler Türkiye'ye göre biraz daha soğuk geçiyor" diye avutuyordum ama 3. kışımın başlandıgıcında "beyaz kış- yeşil kış" kavramları buradaki mevsimleri ifade edebilmek açısından mantıklı gelmeye başladı. Bu senenin ilk karı kurban bayramının ilk günü 25 Ekim'de yağdı. O günden beri de havalar bayağı bir soğuk; kış geldi diyeceğim ama burada neredeyse 12 ay (yoo hiç abartmıyorum) montla yaşadığımız için kış ne zaman gitmişti onu çok kestiremiyorum...

Temmuz ayında Ankarada 47 dereceyi gördükten sonraki dediğim bütün o "Aman soğuk daha iyi, hiç olmazsa giyiniyoruz sıcak bir yer buluyoruz oturuyoruz, buna çare yok" laflarımın hepsini geri alıyorum çok sıcak da çok soğuk da iyi değil. İnsanoğlu 10-30 derece arasında yaşamalı:)


Böylelikle 0 ın altında gösteren derecelerden, kıpkırmızı olan ellerimden ve koşarcasına hızlı yürümelerimden de kolayca anlaşılacağı üzere beyaz kış geldi, hoş geldi...


30 Ekim 2012 Salı

raclette

Yaşadığınız yerin peynirleri alışkın olduğunuz /sevdiğiniz peynirlere benzemiyorsa ve peynirsiz yaşayamam ben diyenlerdenseniz sıkıntı başladı demektir:) Bir de zeytin var tabi ama o konuda neyse ki burada sıkıntı çekmediğim için (Türkiyeden gelen zeytinlerden bulabiliyoruz) sorun yok...

Sanırım dünya üzerinde sabah kahvaltısında beyaz peynir gibi peynirler yiyen bir tek biz  varız dünyada. Evet yunanların da bizim beyaz peynire çok benzeyen bir peynirleri var ama onu da 3-5 küçük parça halinde salatanın üzerine koyarak yiyorlar anladığım kadarıyla. Bizim gibi kalıp halinde alıp da kahvaltıda yemiyorlar yani.

Herneyse, hal böyle olunca kendimi gittiğim her ülkede marketin peynir reyonunda buluyorum ve ismini dahi duymadığım peynirleri alıp denemeye kalkıyorum. En son Nis'den dönerken Amsterdam havaalanında minik bir raclette bulduk ve tabi denemek için bir de raclette peyniri aldık. Raclette peynirinin kokusu her ne kadar pek hoş olmasa da (gravyer peynirinden biraz daha ağır bir kokusu var) yemeye başladıktan sonra kokuyu hemen unutuyorsunuz

İşte bu minik 2 kişilik raclette imiz.




Alttaki mumlar sayesinde peynir 3-4 dakika içerisinde eriyor ve patetesin veya turşunun üzerine döküp yiyorsunuz. Yanında da şarap.. Kesinlikle çok zevkli ve lezzetli..

Aşağıdaki gibi çok daha büyük hem raclette hem grill yapabilen ürünler de bulmak mümkün. Bu şekilde çok daha fazla kişiye servis yapıp (daha doğrusu herkes kendine servis yapacağından bu açıdan da pratik) misafir ağırlayabilirsiniz. Hem değişik hem leziz bir yemek..




Raclette i bu şekilde keşfettikten sonra sıra geldi fondü ye...

Fondü hakkındaki çalışmalarım devam etmekte..:)

25 Ekim 2012 Perşembe

Norveç usulü balık graten


Balık Graten (Norveç Usulü)




1 yemek kaşığı tereyağı
2 yemek kaşığı un
3 dl süt
50-70 gram makarna
50 gram  haşlanmış bezelye (isteğe bağlı)
200 gram haşlanmış balık fileto
2 yumurta
Kaşar peyniri rendesi
2 yemek kaşığı galeta unu
Tuz, karabiber

Balığımızı haşlıyoruz. Küçük  parçalara bölüyoruz. (çok küçük olmasın) Makarnayı paketinde yazan süreye uygun olarak haşlıyoruz.

Sos: beşamel sosa benzeyen sosumuzu hazırlamaya başlıyoruz. 1 yemek kaşığı tereyağını eritiyoruz unu ekliyoruz ve  birkaç dakika karıştırıyoruz. Daha sonra altını kısıp sütü yavaş yavaş ilave ediyoruz. Sütü eklerken iyice karıştırmaya devam. Sos kaynadıktan 2-3 dk sonra altını kapatıyoruz. Tuzunu ve karabiberini ilave ediyoruz. Yumurta sarılarını teker teker sosa ekliyoruz ve karıştırıyoruz.

Balık, makarna ve bezelyeyi sosun içine alıyoruz. Yumurta beyazlarını da (sarısı hiç bulaşmamalı) ayrı bir kapta beyazlaşana kadar çırpıyoruz. Yumurta beyazlarını da karışımıza ekliyoruz ve dikkatlice/yavaşça karıştırıyoruz.

En son karışımızı bir borcama döküyoruz. Rendelenmiş peynir ve galeta ununu üzerine serpip 200 C de üzeri hafif kızarana kadar yaklaşık 40 dakika pişiriyoruz.
Afiyet olsun!

24 Ekim 2012 Çarşamba

Benim güzel kartpostallarım:)

Internet ve e-mail hayatımıza girdiğinden beri ne mektup gönderir olduk ne de kart. Sonra da şikayet ediyoruz posta kutusundan faturadan başka ne çıkar ki diye.. E biz göndermiyoruz ki kimseye, bize ne gelsin değil mi ama? :) 

Ben çocukluk hayatım boyunca çok şehir değiştirdim ve hep bir kısım sevdiklerimden uzak kaldım o yüzden çok mektup yazdım; ve de çok mektup bekledim. Yani mektup beklemenin heyecanını iyi bilenlerdenim. Sonra cep telefonu, internet derken posta kutusunu heyecanla kontrol etmelerim zamanla sona erdi. Taa kiii çok sevdiğim bir arkadaşım sayesinde bir web sitesi ile karşılaşana kadar..

www.postcrossing.com

Bundan yaklaşık 3 sene önce bu siteye üye oldum ve dünyanın pek çok yerine kart gönderdim, başka pek çok yerinden de kartlar aldım. 

Sistem şöyle işliyor: Bu siteye üye olunca site size dünyanın çeşitli yerlerine, rastgele olarak çıkan 5 adrese, kartpostal gönderme hakkı tanıyor.Her kartın sistem tarafından verilen  bir numarası var ve kartlar alıcılarına ulaştığında alıcılar bu numarayı sisteme giriyorlar; böylece gönderici yeni bir kart daha gönderebiliyor. Kartlar bu şekilde sisteme girildikçe size de farklı adreslerde kartlar gelmeye başlıyor.

Böylece posta kutunuzda bir gün Hawaiden bir gün Brunei krallığından bir gün Avusturalyadan ve başka pek çok yerden kartlar oluyor..  ve ben buna bayılıyorum!:)

Bu arada bahsetmeden geçemeyeceğim bir husus da var ki; maalesef Türkiye'de kart gönderirken her Ptt şubesi farklı ücret alabiliyor (en azından Ankara'da benim başıma bu çok geldi.) bu nedenle dikkat etmek gerekiyor.


ve bu da en sevdiğim kartpostallarımdan biri

ALOHA!:)





22 Ekim 2012 Pazartesi

merhaba!

Aslında bende uzun zamandır var olan bir istekti yazmak. Ama pek çok şeyi ertelediğim gibi bunu da erteledim hep. Şimdi belki de dünyanın en sessiz, sakin ülkesinde yaşıyorum ve hiç bir zaman sahip olmadığım kadar çok boş vaktim var. E o zaman bu vakitleri değerlendirme zamanı diye düşünüyorum:) vee yapmayı uzun zamandır istediğim şeylerden birine daha başlayabilmenin mutluluğunu yaşarken umut ediyorum ki bunu da diğer pek çok şey gibi yarıda bırakmayacağım.

Blogun adı "havadan sudan" olsun dedim ki kendimizi sınırlamayalım. Neticede blogumda bir de konuk yazarımız (eşim) olacak, ki büyük ihtimalle tamamen farklı konulardan yazıyor olacağız:) Havadan sudan lafını türkçede "boş, önemsiz şeyler" olarak kullanıyor olsak da şu an yaşadığımız yerde havadan konuşmak her gün yapılması gereken bir ritüel. O nedenle bu laf bana göre aslında pek çok şeyi içeriyor..