28 Ocak 2013 Pazartesi
Downton Abbey
Bir kaç ay önce keşfetmiş olduğumuz ve her vaktimiz olduğunda kendimizi birden bire peş peşe birkaç bölüm izlerken bulduğumuz dizi.. Dizi, I. Dünya Savaşı zamanları ve sonrasında İngiltere'de Downton Abbey adlı bir malikanede geçiyor. Dizinin eski zamanlarda geçiyor olması ve ingiliz dizisi (alışık olduğumuz amerikan dizilerinden farklı) olması bana göre oldukça çekici kılıyor bu diziyi. Bahsi geçen bazı konulara çok uzak olduğumuz için -mesela uşak ile kahya arasındaki fark- bazı konuşmaları anlamlandırmak biraz zor olabiliyor ama bu gösterilen - ne kadar gerçekçi bilemem- değişik hayat insanı şaşırtarak merakı üst düzeyde tutmayı başarıyor. Dizinin bir bölümünde bir tane de ismi çok yaratıcı(!) bir şekilde Kemal Pamuk olan bir türk var, türk büyükelçisi rolünde. Fakat bu sözde Türk büyükelçinin ne konuşması türk ne de tipi türk..:) Neyseki 1-2 bölümde ölüyor da bu garipliğe çok fazla seyirci kalmıyoruz..
Downton Abbey sanıyorum Türkiye'de pek popüler değil ama IMDB den de 8.9 puan almış ki çok iyi bir puan...
25 Ocak 2013 Cuma
Bağlanmayacaksın ama nasıl?
Çocukluğu boyunca sürekli şehir değiştirip sevdiklerini, arkadaşlarını, okulunu kaybetmiş olan ben hayranı olduğum Can Yücel'in de öğüdünü dinleyerek,
"Bağlanmayacaksın bir şeye öyle körü körüne
O olmazsa yaşayamam demeyeceksin
.....
Çok sevmezsen çok acımazsın
Çok sahiplenmeyince çok da ait olmazsın hem"
bağlanmamaya çalıştım hep. Hiç bir yere, hiç bir şeye... Bağlanmadım da. Ama sadece sözde! Olmadı, olmuyor... İnsan her şeye ne kadar da çabuk alışıp benimsiyor ve sahipleniyor. En başından beri bu yerden yakında bir gün kopman gerekeceğini bilsen de, eşyalarınla çok yerleşmesen de kalbinle çoktan yerleşmiş oluyorsun. ve sonra o en başından beri aklının sürekli bir köşesinde bulunan gün gelince kalbinde inceden başlayan bir sızı... Terk etmen gerekiyor ya, o yerle ilgili bütün kötü anılar siliniyor geriye sadece seni daha da üzmeye yarayacak güzel anılar kalıyor.
"Çok eşyan olmayacak mesela evinde
Paldır küldür yürüyebileceksin."
Göçebe yaşama özeniyorum bugünlerde, evin araban hiç bir şeyin olmadan yaşanılan eski günlere.. nerede karnın doyuyorsa oraya hep birlikte yerleştiğin... ve doğayı sahiplendiğin...
"İlle de birşeyleri sahipleneceksen
Çatıların gökyüzüyle birleştiği yeri sahipleneceksin.
Gökyüzünü sahipleneceksin.
Güneşi, yıldızları..."
"Bağlanmayacaksın bir şeye öyle körü körüne
O olmazsa yaşayamam demeyeceksin
.....
Çok sevmezsen çok acımazsın
Çok sahiplenmeyince çok da ait olmazsın hem"
bağlanmamaya çalıştım hep. Hiç bir yere, hiç bir şeye... Bağlanmadım da. Ama sadece sözde! Olmadı, olmuyor... İnsan her şeye ne kadar da çabuk alışıp benimsiyor ve sahipleniyor. En başından beri bu yerden yakında bir gün kopman gerekeceğini bilsen de, eşyalarınla çok yerleşmesen de kalbinle çoktan yerleşmiş oluyorsun. ve sonra o en başından beri aklının sürekli bir köşesinde bulunan gün gelince kalbinde inceden başlayan bir sızı... Terk etmen gerekiyor ya, o yerle ilgili bütün kötü anılar siliniyor geriye sadece seni daha da üzmeye yarayacak güzel anılar kalıyor.
"Çok eşyan olmayacak mesela evinde
Paldır küldür yürüyebileceksin."
Göçebe yaşama özeniyorum bugünlerde, evin araban hiç bir şeyin olmadan yaşanılan eski günlere.. nerede karnın doyuyorsa oraya hep birlikte yerleştiğin... ve doğayı sahiplendiğin...
"İlle de birşeyleri sahipleneceksen
Çatıların gökyüzüyle birleştiği yeri sahipleneceksin.
Gökyüzünü sahipleneceksin.
Güneşi, yıldızları..."
9 Ocak 2013 Çarşamba
2013
Bu sene bir ilk gerçeklesti, daha öncelerini çok hatırlamıyorum ama geçirdiğim son 10-15 seneye kıyasla en beklentisiz yılbaşımı geçirdim. Hep şuna inanırım insanın fazla bir beklentisi olmazsa daha az üzülür daha az hayal kırıklığına uğrar.. Bunun örneğini de bu yılbaşında yaşamış oldum.
Normalde 1 Ocak tatil olmasına rağmen benim için en sıkıcı en bunaltıcı günlerden biridir. Çünkü 31 Aralık büyük bir hevesle beklenir, hediyeler alınır, planlar yapılır, hayaller kurulur.. Ardından gece yarısı 10-9-8-7-6-5-4-3-2-1 veee fossss... Balon söner, çünkü aslında değişen bir şey yok... Zaten muhtemelen sabaha karşı uyunmuştur dolayısıyla 1 Ocak' ın yarısı zaten uyuyarak geçer hele bir de kanda alkol varsa tamamen tatsız bir güne dönüşüverir bu tatil günü...
Bu sene yılbaşının benim için çok bir özelliği yoktu çünkü zaten etrafımızda evde oturmak planı dışında plan yapan yoktu bir de üstüne 2 ocakta Norveç'e dönecek olmamız eklenince bizim için de planların en güzeli sakince evde oturmak oldu. Böylece belki de hayatımın en iyi 1 Ocak ını yaşamış oldum, yolculuk sıkıntısını saymazsak tabi:)
Yeni yılın benim için asıl önemi baharın gelmesidir. Gerçekte böyle olmasa da bana göre 1 Ocak baharın ilk günüdür ki bu da koskoca bir mutluluk nedenidir... Bu sene Ankara'daki bol güneşli hava benim bu inancımı destekler şekildeydi. Ama tabi çok da uzun sürmüyor aslında kara kışın tam da ortasında olduğumuzu yeniden idrak etmem.
Yine de seviyorum baharın gelebilme ihtimalini!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)