18 Temmuz 2013 Perşembe

okumak

okumak neden önemli?

Descartes'ın ünlü sözü: "Düşünüyorum öyleyse varım." Peki tersi de geçerli mi? Her var olan düşünüyor mu acaba?

Çoğu çocuğun ailesi ilkokuldan itibaren çocuğunu kitap okumaya zorlamaya başlamıştır. Ama yine çoğu çocuk için, ki çocukluktan beri kitap okumayı seven biriyle daha karşılaşmadım sanırım, kitap okumak yapılabilecek en sıkıcı şeydir. Sadece şubat tatillerinde özet çıkarmak zorunda olduğumuz için kitap okuruz. Çevremizde özet konusunda bize yardımcı olabilecek birileri varsa bunu da yapmamıza gerek olmaz. Ne de olsa kendimiz için değil öğretmenimiz mutlu olsun diye o özeti çıkarmamız gerekmektedir..

Eğitim hayatı boyunca, ortalama 10-15 yıl sadece verilen ezbere bilgileri alıp sınavda bunları ezberlediğimizi göstermekten sorumlu olmak dışında başka hiç bir şey yapmayan bizler için kitap okumak çok çok daha önemli. Neden? Çünkü düşünmeye ihtiyacımız var... Türkiyede bize düşünmeyi öğretmesi gereken ders olan felsefe dersinde bile sadece felsefe tarihi öğretilmektedir. Kim hangi yılda ne demiş, hangi tarihte hangi akımlar olmuş vb... Bu nedenle düşünmeyi kendi kendimize öğrenmek zorundayız. Bunun için de bize en büyük yardımcı tabi ki kitaplar. 

Fakat düşünen insan hiç bir yöneticinin hoşuna gitmeyeceği için halkın düşünmesini engelleyip onu bir şekilde oyalamak yönetimlerin daha çok işine geliyor. Bu konuda da Tv en büyük ve etkili araç. Zaten düşünmek için zaman lazım, e ne kadar zamanı var ki sıradan bir türk insanının. Haftada minimum 45 saat (ki kanuna göre maksimum olmasına rağmen, uygulamada pek çok şirket haftada minimum 45 saat çalıştırmaktadır) çalışan insanın düşünmeye mecali yok ki.. Arta kalan vakitlerde de yapılacak en güzel şey tv karşısına geçip orada ne veriliyorsa hepsini beyne almak. Böylece beyni ne kadar gereksiz şey varsa onunla meşgul etmek ve düşünmeyi engellemek. Bir başka deyişle beyni kelepçelenmiş insanlar diyarında yaşamaya başlamak.

Her ne kadar Fransız ihtilalinden sonra insan hakları gibi kavramların yükselişe geçtiği algısı özellikle batı ülkelerinde fazlasıyla bulunmakta olsa da, yönetimlerin insanları sadece tüketici ve oy kaynağı olarak görmesi en azından bizim ülkemizde halen devam etmekte bence. Bütün hayat tüketim üzerine kurulmuş adeta. Hayatımızın amacı satın almak. Satın aldığımız sürece mutluyuz sanki.. Gerçekte satın almanın verdiği mutluluk ne kadar sürüyor peki? 1 dk? 10 dk? 1 saat? Başka bir şey satın almayı istemeye ne zaman başlıyoruz? 1 dk sonra? 10 dk sonra? 1 saat sonra? Sonsuza dek satın alıp ve hiç bir zaman istediğimiz mutluluğu/tatmini alamadan yaşayabiliriz.

O zaman tüketmek dışında hayatın bir anlamı olmalı. Ama nedir? Bunun cevabını kendimizce ancak okuyarak ve sorgulayarak bulabiliriz. Okumak derken her hafta bir roman bitirmek değil bahsettiğim. İnsanı düşünmeye ve sorgulamaya yönlendirecek kitaplardan bahsediyorum. Farklı görüşler, düşünceler okuyup onları sorgulayıp kendi bilgilerimizin/inanışlarımızın içinden süzerek almaktan.

8 Temmuz 2013 Pazartesi

köpeklerde koşullanma

Bugün yaşadığım komik bir olayla bir kez daha köpeklere insan gibi davranmanın ne kadar anlamsız olduğunu  anladım. 
Normalde her sabah eşim köpeğimizi dışarı çıkarıyor ve köpeğimiz eve geldiğinde ilk önce koşa koşa yatak odasına bana bakmaya geliyor. Bugün ilk defa sabah ben dışarı çıkardım ve eve gelince yine koşa koşa yatak odasına gitti:) aradaki bağlantıyı kuramıyor maalesef..:)
Havlama problemimize hala tam bir çözüm bulamadık. Başka köpeklerle sosyalleştirmek istiyoruz ama tabi her istediğimiz an sosyalleştirebileceğimiz köpek bulmak da mümkün olmuyor. O nedenle pek bir gelişme yok.
Özellikle benim ya da yakınlarımın başına kötü bir şey geldiği zaman bu dünyanın cehennemin ta kendisi olduğunu düşünüyorum. Aslında ortada kötü bir şey yokken de yaşama dair pek güzel fikirlerim yok maalesef. Çünkü biz ve çevremizdekiler ne kadar mutluluk içinde olsa bile dünyada hep üzücü, sıkıcı, kötü şeyler oluyor. İstediğimiz dışında geldiğimiz bu dünyada gerçek amacımızı bilmeden kendimizce küçük amaçlar belirleyerek kaderimizdeki o son gün gelene kadar yaşayıp gidiyoruz. Küçük amaçlarımız ne kadar büyük olursa olsun, atıyorum bu dünyanın başkanı bile olsak o gün geldiğinde sadece bir hiç.. Hiç yaşamamış gibi.. dünya hep dönmeye devam ediyor.. Gelenler, gidenler...

Son zamanlarda astroloji bilimi oldukça ilgimi çekiyor. Günlük fal anlamında değil; daha çok evrenin gizemi ilgimi çeken..Eski uygarlıklar neden bu kadar önem vermişler gökyüzünü incelemeye? orada ne bilgiler gizli? Ben astrolojiyi yakından takip etmeye başladığımdan beri pek güzel bir etki olmadı. Dolunayların etkileri.. Gezegenlerin de etkileriyle ülkemizin kaosa doğru sürüklenmesi... Güzel günleri hasretle bekleyeceğiz gibi gözüküyor.